Varna, yaklaşık 500 bin nüfusuyla Bulgaristan’ın kuzeydoğusunda, Karadeniz’in kıyısında yer alan birbirinden çekici sahilleri, tesisleri, iç içe girmiş denizi ve ormanlarıyla güzel bir turizm merkezidir. Bulgaristan'ın üçüncü büyük şehri olan Varna’nın nüfusu, yaz aylarında, gelen turistlerin de etkisiyle dört katına kadar çıkmaktadır.
Varna ayni zamanda Bulgaristan’ın en önemli eğitim merkezlerinden de biridir. Kentte, çok sayıda yabancı öğrencinin de devam ettiği 6 adet üniversite bulunmaktadır. Yine Bulgaristan Askeri Denizcilik Akademisi, Bulgaristan Bilim Merkezi'ne bağlı olan gemi hidrodinamik enstitüsü ve doğa ile ilgili başka bazı bilim merkezleri de Varna'da bulunmaktadır.
Şehrin gelir kaynağını ağırlıklı olarak turizm sektörü ile üniversiteler ve gemi inşa sanayi oluşturmaktadır.
Kuzey güney göç yolu üzerinde bulunan Varna’nın geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bölge ile Türklerin tanışması ilk önce, başta kuzeyden gelen topluluklarla olur. Osmanlı Devleti’nin bölgedeki kesin ve kalıcı varlığı ve 5 asır süren siyasi egemenliği 1444’te meydana gelen Varna savaşı ile gerçekleşir.
Varna farklı etnik grupların tarih içinde barış içinde birlikte yaşadığı bir kenttir. Evliya Çelebi, şehirde, yedi Müslüman ve beş gayrimüslim; Rum, Ermeni ve Yahudi mahallesinin bulunduğunu, 4000 evin mevcut olduğunu yazar. Evliya Çelebi’den üç yıl sonra Varna’yı ziyaret eden Bulgar Katolik Piskopos Philip Stanislavov da, şehirde Dubrovnik’ten gelen yirmi beş Katolik tüccar ve 1700 Rum’un yaşadığı 400 evin olduğunu belirtir. Stanislavov’a göre Varna’nın Türk cemaati 4000 kişidir ve 1500 eve sahiptir. Evliya Çelebi ve Stanislavov, pek çok yerde varlıklarını zikretmelerine rağmen Varna’da herhangi bir Bulgar yerleşmesinden bahsetmezler. Bunun da nedeni büyük bir olasılıkla Bulgarların Rum kilisesinden dolayı kendilerini Rum olarak görmeleri olsa gerektir. Ancak Varna’da Bulgar nüfusunun daha önce az olduğu ve ancak şehir 93 Harbi’nin ardından 1878’de Bulgar Prensliği egemenliğine geçtikten sonra hızla arttığı Bulgar yazar Nikola Naçov’un 1879’da, “Ne yazık ki, Varna bir Bulgar kentine benzemiyordu. Nüfusunun çoğunluğunu Türkler, Gagavuzlar ve Tatarlar oluşturuyordu. Bulgar'a çok ender rastlanıyordu” sözünden de anlaşılmaktadır.
Varna tarihi ve doğal güzellikleri açısından çok zengin bir kenttir. Osmanlı dönemine ait izler kentte hala varlığını az da olsa korumaktadır. Muhammed Cengiz 1908’de, Varna’da on dört caminin ayakta olduğunu bildirir. Fakat bugün bunlardan sadece biri ayakta kalmış bulunmaktadır. Tarihi çeşme ve yine bazı idari binalar hala varlığını korumaktadır. Akyazılı Türbesi de şehre yakın bir yerde bulunmaktadır. Varna’ya gidilmişken ziyaret edilmeden gelinmemesi gereken yerlerden biri de şehre yaklaşık 50 kilometre mesafede bulunan sarayı ve botanik parkı ile ünlü Balçık’tır.
Yazımızı, Nazım Hikmet'in "Sofra" şiiriyle sonlandıralım:
SOFRA
Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.
Sofrada domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda ” Ha Uşaklar!” Karadeniz havası
rakı kadehte aslan sütü, anason
uy anason kokusu!
Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim…
A be islâh be, islâh be halim…
Şu Varna deli etti beni,
divâne etti.
6 Haziran 1957, Varna
Hazırlayan: Metin Edirneli