Arkeolojik bulgular, insan topluluklarının Tanrıları memnun edebilmek adına onlara kurban sunduklarını gösteriyor.
Tarih boyunca farklı kültürlerin kendi kurban ritüelleri olduğu biliniyor.
Vahşi hayvanlardan besi hayvanlarına, bal ve meyvelere kadar çok farklı adakların olduğu listedeki en ürkütücü kurban ise insan kurban etmek olarak gösteriliyor.
Güney ve Orta Amerika yerlileri arasında 500 yıl öncesine kadar devam eden insan kurbanı kültürü, Tek Tanrılı dinlerin yaygınlaşmasından önce Asya ve Avrupa kıtalarında yaygın olarak uygulanan bir ritüel idi.
Çin’in milli birliğinin kurulmasından önceki dönemlerde, Milattan önce 1000 yılına kadar insan kurban edildiğine dair kanıtlar bulunuyor.
Sümerler döneminde antik Ur kentinde en azından belli bir dönem insan kurban edildiğine dair bulgulara rastlandı.
Kartacalılar’ın özellikle çocukları yakarak kurban ettiği sunaklar olduğu biliniyor.
Keltler, İskitler ve Vikinglerde ölen kralların kölelerinin öteki dünyada ona hizmet etmeye devam etmesi için kurban edildiklerine dair efsaneler anlatılıyor.
İsrailoğulları’nda ise özellikle erkek evlatların Tanrılara adanması söz konusuydu.
Özellikle kabileleri yöneten güçlü kimseler, bu yolla yönettikleri topluma Tanrıya ne denli yakın olduklarını kanıtlıyordu. Büyük ihtimalle bu yöntem, aynı zamanda bir korkutma yöntemiydi. Kendi oğlunu Tanrılara kurban eden birisi, başka insanlar için tek kelimeyle bir korku figürü haline geliyor olmalıydı.
Tüm tek Tanrılı dinler tarafından peygamber olarak kabul edilen Hazreti İbrahim’in oğlunu kurban etmek istediğinde kendisine gönderilen koç anlatısı, büyük bir ihtimal ile İsrailoğullarının erken dönem kültürünün bir parçası olan evlat kurban etme geleneğine son vermiştir.
Öte yandan Sümerlerden itibaren tüm Ortadoğu kültürlerinde tapınaklara adanan kurbanlar bir gelenek olarak binlerce yıl yaşatılmıştır.
Sümerler ve sonrasında hayvanların yanı sıra çeşitli meyveler, bal ve pişirilmiş yiyecekler tapınaklarda Tanrılara sunuluyordu. Bazı parçalar Tanrılara bırakıldıktan sonra kalan kurbanlar, öncelikle tapınakta görev yapan rahipler ve yardımcıları arasında paylaşılıyordu. Artanlar ise fakirler arasında pay ediliyordu.
Hayvanların kanları, Tanrılar için bir çeşit besin gibiydi. Bu yolla memnun edilen Tanrılar, insanları savaşlardan, depremlerden, hastalıklardan ve kıtlık gibi sebeplerle kitlesel ölümlerden koruyordu.
Günümüzde afet kurbanı adıyla devam ettirilen geleneklerin kökeninde büyük ihtimal ile binlerce yıl önceki ritüeller yatıyor.
Yahudiler, kendileri için kutsal kabul edilen Süleyman mabedi yıkılmadan önce Sümerlerden beri süren tapınağa kurban sunma geleneğini yaşatıyordu. Kesilen kurbanlar arasında güvercin, kumru gibi bazı kuş türleri olduğu ifade edilmektedir.
Romalılar tarafından tapınağın yıkılmasıyla birlikte Musevi toplumunda kurban geleneği büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Hazreti İsa döneminde kurban geleneğinin varlığını koruduğu ve İsa Peygamberin kutlama ya da adak olarak kurban kesilmesini teşvik ettiği anlaşılıyor.
Ancak Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesi olayının Hıristiyan dünyasında Tanrıya verilen tek ve en büyük kurban olarak algılandığı söylenebilir.
Bu algı nedeniyle kurban kesmek ve Tanrı adına kurban kanı akıtmak dinsizlik emaresi haline gelmiştir.
İslam öncesi Arap toplumları için kutsal bir ziyaret şehri olan Mekke’deki Kağbe, diğer büyük tapınaklar gibi kurban adanan bir ibadet yeri olagelmişti.
Arap toplumları, kendi zenginlikleri içinde bir kısmını kutsal tapınaklara bırakıyor, böylece tapınaktaki kutsal kimselerin günlük ihtiyaçlarının yanı sıra buraya dilekte bulunmak için gelenlere ikramlıklar sunulabiliyordu.
Kuranı Kerim, asırlar öncesinden beri süren bu geleneğin İslam sonrası devamlılığını onaylamıştır. Böylece Hacılar ve Umreye gelenlerin kestiği kurbanlar, hayır işlerinde kullanılmaya devam etti.
İslam tarihçileri Hazreti Muhammed’in Kurban Bayramına denk gelen günlerde kurban kestiğini yazmaktadır.
Dolayısıyla Kurban kesme ve Kurban bayramı günümüzde İslam dünyası içinde farz olmasa bile değerli bir ibadet şekli olarak sürdürülmektedir.