Kemençenin, hamsinin ve Temel fıkralarının anavatanında yaşayan Lazlar, kendilerine özgü hayat tarzları ve yaşam felsefeleriyle tanınan bir Karadeniz halkıdır.
Tarihleri boyunca Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve Ruslar gibi büyük İmparatorlukların etki sahasında kalmalarına rağmen yaşadıkları dağlık bölgenin sağladığı koşullar nedeniyle tamamen özgün bir kültür oluşturmayı başarmışlardır.
Tarihçiler, Lazların kültürel atalarının Milattan önce sekizinci yüzyılda günümüzdeki Batum, Kobuleti ve Hopa civarında yaşayan Kolhis kabileleri olduğunu düşünüyor.
İskitlerin Kuzey Kafkasyada yaşayan Kimmerleri Anadolu’ya doğru süpürdüğü dönemde önemli bir etnik kırıma uğrayan yerli halklar, uzunca bir dönem siyasi birliklerini sağlayamadılar.
Romalılar ile Persler arasında, asırlar boyu süren kanlı savaşlardan etkilenen Güney Kafkas halkları, her türlü olumsuzluğa rağmen dağlık ve erişilmesi zor bir bölgede yaşamaları nedeniyle asimile olmadan varlıklarını koruyabildiler.
Birinci yüzyıldan itibaren Karadeniz sahil bölgesine yakın bölgelerdeki toplulukların ana dilleri bakımından Gürcü dil ailesinden olmakla birlikte ayrı bir kültür oluşturmaya başladıkları görülür.
Bu dönemde ilk kıvılcımları görülen Lazika Krallığı, Roma İmparatorluğu’na bağlı bir vasal devlet olarak ortaya çıktı.
Roma İmparatorluğunun bölünmesi ve Bizans İmparatorluğunun ortaya çıkmasından sonra bölgedeki Helen etkisinin daha belirgin bir hale geldiği görülür.
Ortodoks Hıristiyanlığın benimsenmesiyle birlikte Bizanslılar ile bölge halkının ilişkisinin din kardeşliği motifi üzerinden yürütüldüğüne tanık oluyoruz.
Karadenizin kuzeyinde fırtınalar estiren Kavimler Göçü döneminde Ortodoks Gürcü ve Laz kabilelerini Kafkasyadaki tampon bölge olarak gören Bizanslılar, onları bulundukları yerde güçlü tutma politikası izledi.
Altıncı yüzyılda bu defa Pers tehlikesine karşı aynı politikayı devam ettiren Bizanslılar, İran’dan gelen saldırılara karşı bölgeye asker göndermek zorunda kalacaktı.
730’lu yıllarda Kafkasya içlerine giren Araplar, bölgeyi İslam ile tanıştırdı.
Hazar Denizi kıyısı boyunca yaşayan yerli halklar, Lezgiler, Dağıstanılar ve kuzey Kafkasyadaki Çerkes ve Kıpçak toplulukları bu dönemde Müslüman oldu.
Ancak Gürcüler ve Lazlar büyük ölçüde Araplara karşı direndiler.
Ortodoks kimliğine sarılan Gürcülerin bu tarihten sonra kendi milli kimliklerini oluşturup ilerleyen yüzyıllarda Gürcistan Krallığını kurduklarını görüyoruz.
Buna karşın Lazika Krallığının kurulduğu bölge, daha ziyade Bizans kültürünün etkisinde kalmaya devam etti.
Bu dönemde etnik benzerlikler ve ortak ana dil gerçeğine rağmen Laz kimliğinin Gürcü kimliğinden ayrılmasının hızlandığı söylenebilir.
Öte yandan Arap saldırıları, Lazika Krallığının yıkılmasına neden oldu. Kuzeydeki Abhazlar, Lazika topraklarını ele geçirdi.
Bu dönemde Hazarlar’ın desteklediği Abhazlar, Çoruh nehrine kadar olan bölgeyi elde tuttu.
Hopa ve Rize tarafındaki bölgeler ise Bizans sınırlarında kaldı.
Onbirinci yüzyılda Selçukluların İran ve Anadolu’yu ele geçirmeleri üzerine Kafkasya’da hem Bizans hem de Pers etkisi kalmadı.
Gürcistan krallığının Kafkasyadaki Ortodoks toplulukları birleştirdiği bir dönem başladı.
On üçüncü yüzyıla kadar süren dönemde Gürcüler ile Türkler arasındaki mücadele Lazların yoğun olduğu bölgede yaşandı.
Ancak Türk ve Gürcü kaynaklarında Laz toplumunun bu dönemdeki tarihine ilişkin belgelere rastlamıyoruz.
Özellikle onüçüncü yüzyıldan sonra Trabzon ve civarında kurulan Pontus Krallığı Laz kültürü ve tarihinde izler bırakmıştır.
Gürcistan ile Pontus Krallıkları arasındaki sınır boylarında yaşayan Lazlar, bu dönemde nispeten huzurlu bir hayat sürdü.
İki ülkenin gerek din kardeşliği gerekse ortak dış tehtidlere karşı iş birliği yapmaları gerektiğinden barış içinde yaşadıkları açıktır.
1453’te İstanbul’u ele geçiren Osmanlılar, kendilerini Bizans İmparatorluğunun bir uzantısı haline gelen Pontus Devletini ortadan kaldırmak zorunda hissetti.
1461’de Trabzon’u ele geçirerek amacına ulaşan padişah Fatih Sultan Mehmet, Doğu Karadenizi tümüyle topraklarına kattı.
Laz toplumu, bu defa da Gürcistan ile Osmanlı devleti arasındaki tampon bölgede kalmıştı.
Osmanlılar, İran tarafından gelen tehditlerle meşgul olduklarından Gürcülere ve Lazlara karşı düşmanca bir politika izlemedi.
Ancak iki İslam uygarlığı arasındaki savaşlar, Gürcistan’ın farklı dönemlerde İran ve Osmanlı işgaline uğramasına yol açtı.
Özellikle Osmanlı kontrolünde kalan Rize – Artvin – Hopa – Batum - Acar ve Ahıska civarında Sünni İslam yaygınlaştı.
Laz toplulukları da Osmanlı döneminde büyük ölçüde İslam dinini benimsedi.
Bu süreçte Gürcistan’daki Kıpçak kökenli Müslümanlarla Lazların zaman içinde kaynaştığı, Osmanlıların bu iki toplumu da Laz olarak isimlendirdiği anlaşılmaktadır.
1851’de Osmanlılar, Trabzon vilayetine bağlı olarak Rize – Batum bölgesinde kurulan sancağa Lazistan adını vermiştir.
Osmanlı’nın çöküş dönemindeki Osmanlı – Rus savaşlarında ve Pontus ayaklanması döneminde Müslüman Lazların Türklerle birlikte hareket ettikleri açıktır.
Rus işgali yıllarında Gürcistan’da ve Doğu Karadenizde yaşayan diğer Müslüman topluluklarla beraber Laz toplulukları da Anadolu’nun çeşitli bölgelerine göç etti.
Günümüzde Büyükşehirlerin yanı sıra Bursa, Sakarya, Kocaeli, Bolu, Trabzon, Samsun gibi şehirlerde Laz kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı köy ve mahalleler bulunmaktadır.
Gürcistan’da ise Batum civarında büyük bölümü Müslüman olan Laz kökenli topluluklar yaşamaya devam etmektedir.
Öte yandan Doğu Karadeniz halkının genelinin Laz kökenli olduğu algısı ise yanlıştır.
Gerçek Lazların Trabzon’un doğu ilçeleri, Gümüşhane, Bayburt, Rize ve Artvin illerimizin belli bölgelerinde yaşadıklarını söyleyebiliriz.
Laz toplumunun ana dili olan Lazca, esasen Gürcü dilinin bir lehçesidir.
Gürcü kökenli Megrel toplumunun konuştuğu dil ile Lazca arasından büyük benzerlik vardır.
Ortodoks olan Megrellerin dillerinde Rumca ve Gürcüce sözcük ağırlığı daha fazladır.
Buna karşın Lazca’da ise Türkçe, Arapça ve Farsça kelime yoğunluğu bulunmaktadır.
Laz kültürü ve dili, yirminci yüzyılın ilk yarısı içinde Sovyet döneminde bilinçli biçimde asimile edilmiştir.
Laz milliyetçisi olduğu düşünülen aydınlar idam edilmiş ve Laz köyleri sürgüne uğramıştır.
Türkiye’de ise Laz kültürüne karşı bir sempati söz konusudur.
Herhangi bir ayrılıkçı hareket içine girmeyen Türkiye Lazları, yine de ana dillerinin giderek unutulması tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Mübadele döneminde Karadenizden Yunanistan’a gönderilen Pontus Rumlarına yeni ülkelerinde Laz denilmiştir.
Ancak kemençe ve horon kültürünü Yunanistan’a taşıyan bu topluluklar etnik olarak Laz değildir.
Pontuslu Ortodokslar, ana dil olarak Helence’nin bir şivesini konuşan ve köken olarak Osmanlı öncesi dönemde buraya yerleşmiş Ortodoks topluluklardır.
Laz geleneksel mimarisinde taş ve ahşap işçiliği öne çıkar. Batum’daki Orta Camii bu mimari geleneğin en önemli eserlerinden birisidir.
Giyim tarzı, müzik ve sofra kültürü Laz kimliği için belirleyici özellikler taşır.
Bu kültürün özellikle Doğu Karadenizdeki Laz olmayan diğer toplulukları da etkilediği açıktır.
Kemençe ve tulum eşliğinde oynanan horon isimli halk oyunları, Laz kültürünün en öne çıkan figürleri arasındadır.
Hamsi, kara lahana, mısır unu Laz sofra kültüründe en yaygın kullanılan malzemelerdir.