Bir dönem Musevi Hazar Türkleri ile olan ilişkilere bağlı olarak tanıştıkları Yahudi inanışları, Çerkes kavimleri üzerinde herhangi bir etki bırakmamıştır.
Katolik denizciler tarafından taşınan Hıristiyanlığın ise sahil bandındaki topluluklar arasında biraz ilgi görse de herhangi bir cemaat oluşturacak seviyeye ulaşmadığı görülür.
Ortodoks inanışının yayıldığı Gürcü ve Ermeni komşularının aksine Çerkes toplumları, Hıristiyanlığa meyletmemiştir.
Hıristiyanlığın etkisinin Çerkes Paganizmi ve eski Çerkes dinleri içine kısmen hazreti İsa ve Meryem Ana figürlerinin eklenmesi ile sınırlı kaldığı biliniyor.
İslamiyet, sekizinci ve dokuzuncu yüzyılda Arap istilası döneminde Kafkasya’ya taşınmış, Lezgiler, Dağıstanlılar ve Oğuz Türkleri arasında hızlıca yayılmıştır. Çerkesler arasında İslam inanışının bu dönemde pek yayıldığını söylemek mümkün değildir.
Çerkeslerin İslam dinini benimsemeye başlamaları, ancak Osmanlılar’ın Karadenizi tümüyle kontrol altına aldıkları Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra başladı.
1578’de bir Kabartey prensinin Müslüman olması, süreci hızlandırdı.
On yedinci yüzyılda bölgeye gelen bir gezgin, halkın çoğunun Müslüman olduğunu, ancak yerel dinlere inanan veya Hıristiyan azınlıklar olduğunu da yazmıştır.
1666 yılında bölgeye gelen Evliya Çelebi ise, Çerkesler’in kendilerine sorulduğunda Müslüman olduklarını söylediklerini anlatır. Ancak İslam dininin namaz ve benzeri ibadet şekillerinin pek bilinmediği ünlü gezginin notlarından anlaşılmaktadır.
On sekizinci yüzyıldan itibaren Ortodoks Rusların bölgede yaptıkları zulümler, Çerkesler arasında İslam inanışının güçlenmesine yol açtı.
Çerkeslerin yakın döneme kadar Ortadoğudan ziyade Kıpçak coğrafyasıyla yakın ilişkiler kurması, bölgede Ural ve Altay kökenli mitolojik inanışların yayılmasına sebep oldu.
Nart adı verilen efsanelerde izleri açıkça görülen Çerkes Paganizminde Asya bozkırlarının ve Sibirya’dan Kuzey Avrupaya yayılan Ural mitolojisinin bariz etkisi vardır.
Viking Mitolojisindeki Tanrı Odin ve Eski Türk Mitolojisindeki Göktengri gibi güçlü bir tanrı motifi görülür.
Çerkes inanışlarında yer alan Taşo isimli Tanrı, yoktan var eden, kimseye ihtiyaç duymayan ve evrendeki herkesi kendisine muhtaç olduğu mutlak bir güçtür.
Çevresinde onun tarafından yaratılmış ve yetki verilmiş başka güç odakları vardır. Ancak bunları Tanrı olarak nitelemek zordur. Daha çok Taşo’nun yaratıp yetki ve güç verdiği varlıklar söz konusudur.
İslamdaki Melek inancını andıran bu inanış sistemi, Türk ve Viking mitolojisine benzerlikler taşır.
Her biri ayrı bir güç odağı olan ve Olimpos dağında yaşayan Eski Yunan ve Roma Tanrılarına benzedikleri ise söylenemez.
Dolayısıyla Çerkes Milli inanışları, Tek Tanrılı özellikler taşımaktadır. Taşo tarafından yaratılıp yetki ve güç verilmiş diğer güçlü varlıkların Tanrı özelliği taşıdıklarını söylemek zordur.
Taşo, evreni bir boşlukta yaratmıştır. Sonrasında yaratılan herşeyin özü aynıdır. Taşo, evreni yaratıp bir döngü oluşturduktan sonra herşey kendiliğinden akan bir döngüye dahil olmuştur. Bu döngünün dışında olan tek güç Taşo’dur. Kurulu düzene sonradan karışmaması bakımından da Taşo ile Göktengri inanışları birbirine benzerlik taşır.
Eski Türk inanışlarında olduğu gibi geleneksel Çerkes Mitolojisinde de kaderci bir anlayış söz konusu değildir.
Çerkes Paganizminde Te biçiminde dikilmiş taşlara ibadet edilir. Bu taşlar, Taşo’yu temsil eder. İnsanlar, bu taşların önünde dua ederken ey güzel tanrı, bizler zavallıyız, gücümüz sadece sana dua etmeye yeter gibi ifadeler kullanır.
Eski Çerkes inanışlarına göre ruhlar, ölmeden önce yaptıkları güzel işlere göre ödüllendirilirdi. Bu nedenle güzel işler yapmış olan ataların öldükten sonra anılması gerekirdi.
Yine Kıpçak bozkırlarından esintiler taşıyan bu atalar kültüne uygun olarak ölü ruhların anılması için kurban kesmek ve şölen havasında yemekli törenler düzenlemek, Çerkes inanışlarının bir parçasıydı.
Öte yandan Antik çağda Yunan tüccarlar ile kurulan ilişkilerin karşılıklı bir etki bıraktığı görülür.
Sözün gelişi, Çerkes Mitolojisinde Yunan orman tanrısı Pan ile büyük benzerlik taşıyan Mezıta isimli bir varlık bulunur.
Çerkes inanışlarında arı biçiminde göründüğüne inanılan Merisse isimli varlık da Yunanca arı sözcüğünden adını almıştır.
Buna karşın Yunan mitolojisinde Zeus’a danışmanlık yapan düzenbaz Prometus’un Kuzey Kafkasyadaki Elburuz dağına zincirlendiği görülür.
Dolayısıyla Çerkes Mitolojisinin tarih öncesi kültürler bakımından Ural ve Altay inanışlarından beslendiğini ancak antik Yunan inanışlarından da etkilendiğini söyleyebiliriz.
Geleneksel Çerkes dini, sonsuz güce sahip bir Tanrıya ve insan ruhunun ölümsüzlüğüne dayanır. Tanrı Taşo tarafından önemsiz görülen bazı ayrıntılardan sorumlu olarak yetki verilen varlıklar, dua edilirken aracılık yapan ve tanık gösterilen özel ruhlardır.
Dua ve ibadetler, Çerkes mitolojisinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Çerkes Mitolojisine göre ölüler, yüksek yerlere gömülürdü.
Özellikle yıldırım çarpması gibi beklenmedik biçimde gelen ölümlerde tabuta konan cenazeler, yüksek ağaçlara asılırdı.
Bu şekilde ölenlerin aziz olduğuna inanılırdı.
Cenazenin ardından üç gün süreyle cesedin asılı olduğu ağacın altında kurban kesilir, fakirlere yemek dağıtılır ve cenaze dansı yapılırdı.
Cesedin tamamen çürümesine kadar her yıl dönümünde bu merasim tekrarlanırdı.
1427’de bölgeden geçen bir Alman gezgin, bu geleneklerin halen güçlü biçimde yaşadığını not etmiştir.
On yedinci yüzyılda bölgeden geçen Evliya Çelebi de bu geleneğin sürdüğüne tanık olmuştur.
Evliya Çelebi’nin hikaye anlatıcı olarak isimlendirdiği bir şaman tarafından ölen kişinin başucunda ayinler yapıldığı ve merhumun tabuta konarak büyük bir ağacın dalları üzerine yerleştirildiği kayıtlara geçmiştir.
Ortaçağda bir dönem Mısır’da hükümdar olan Çerkes kökenli Memluk Sultanı Berkuk, İslam geleneklerine göre gömülmüştür. Ancak toprağa verilmeden önce konulduğu tabut, Çerkesler tarafından caminin tavanına asılmıştır.
Çerkes mitolojisinin hayat bulmuş şekli, hiç kuşkusuz nart adı verilen halk destanlarıdır.
Kuzey Kafkasyada yaşayan Müslüman halklar arasında nesilden nesile anlatılan kahramanlık destanlarından oluşan bu öyküler, Dağıstan’dan Kırım’a kadar olan bölgedeki tüm toplulukların milli hafızalarından izler taşır.
Öykünün geçtiği dönemde tüm Kuzey Kafkasya halkları, tek millettir. Kendilerini Nartlar olarak isimlendiren bu milletin yaşadığı mitolojik kahramanlık öykülerinden oluşur. Nart sözcüğünün Kavimler Göçü döneminde bölgeye gelen Avarlar ve diğer Orta Asya boylarında “kahraman” anlamına geldiği, Moğolca’da ise “güneşin çocukları” anlamına geldiği biliniyor.
Nart destanları, 8 cilt halinde 26 bölüm ve 700 metinden oluşur.
Destanda çok sayıda erkek ve kadın kahramanın adı geçer. Ayrıca tanrı ve yarı tanrı biçimindeki varlıklar, göğsünde kılıç taşıyan orman adamları, cüceler, büyücüler, periler, ejderhalar, kahinler, devler, define bekçileri gibi masal kahramanları yer alır.
Ölüler ülkesi, hortlakların memleketleri gibi mitolojik coğrafyaların anlatıldığı öykülerde serüven peşinde koşan kahramanlar, örnek alınması gereken davranışlar sergiler. Hatalarından dersler çıkartır.
Doğaüstü güçler taşıyan varlıklar, sadece büyücüler ve bilge kişiler tarafından bilinen zayıf noktaları öğrenildikten sonra yenilebiliyordu.
Nart destanlarında adı geçen belli başlı kahramanlara birer paragraf açalım.
Satanay ya da Seteney, Nartların kraliçesidir. Babası güneş, anası aydır. Doğa üstü güçleri vardır. Geleceği bilir, sihir yapabilir, insan ya da hayvan şekline bürünebilir. Nart halkı, onu sever ve sayar.
Örüzmek ya da Vurzamak, Nartların hakanıdır. Satanay’ın kocasıdır. Türk destanlarındaki gibi Tepegözü öldürmüştür. Ayrıca Nart ülkesinde kuraklığa sebep olan kına sakallı kızıl Puk isimli bir yaratığı ortadan kaldırmıştır. Eski Türkçe’de Irmağın Beyi anlamına gelen Örüzbeg sözcüğünden türediği düşünülmektedir.
Sosruka, babası sıradan bir çoban olduğu halde annesi Nart kraliçesi Setenay’dır. Ancak Sosruko’nun dünyaya gelmesi, bir kadınla erkeğin sıradan ilişkisiyle olmamıştır. Çoban, dere kenarında çamaşır yıkayan Setenay’ın güzelliği karşısında çarpılır. Ona isabet eden aşk oku Setenay’ın üzerinde oturduğu taşa çarpar ve kor haline dönüşür. Kraliçe, şaşkınlıkla taşı bir demirciye götürür. Aslında bir tür şaman olan demirci, dokuz ay on gün sonra taşı kırar, içindeki erimiş parçaya insan şekli verir. Bir maşa ile suya tutarak sertleştirir. Sosruka, bu nedenle demir gibi bir bedene sahiptir ve maşanın tuttuğu dizleri hariç vücuduna kılıç işlemez. Ayrıca büyü yapmasını bilir ve ona akıl veren konuşan bir atı vardır.
Peterez, öfkeli bir karakterdir. Annesi Nart kraliçesidir. Babası, henüz Peterez annesinin karnındayken öldürülür ve bedeni vahşi hayvanlara yem edilir. Bu nedenle anne karnındayken intikam yeminleri eder. Nartlara ateş ve darı tohumunu getiren Peterez, babasının intikamını büyük bedeller ödeterek alacaktır.
Bu karakterler dışında Nart öykülerinde sözü geçen savaş, bereket, demir, yıldırım, adalet, fırtına, ırmak, deniz, av, cesaret, doğruluk, bal, orman, çoban gibi birçok kavram ve doğa olayı ile bağlantılı kutsal varlıklara rastlanır.
Nart öyküleri, Çerkes Mitolojisinin ve pagan kültürünün çok geniş bir özeti gibidir.
Dünyanın en eski halk edebiyatı örneklerinden olan nart destanları, bir yönden Türk masallarına ve Dede Korkut öykülerine benzerken diğer bir yönden ise eski Yunan mitolojisinden esintiler taşır.
Kültürel etkileşimle gelen bu öyküler, Ortadoğu ve Kafkas masallarındaki Kaf Dağının kendine özgü mitolojik havasından günümüze kadar süzülerek gelen muhteşem eserlerdir.
Akın Üner