Tarihteki en eski Türk devletlerinden birisi olan Asya Hun İmparatorluğunda bunun izlerini görürüz.
Türklerin bu özellikleri, bilhassa Çinliler tarafından kullanılmıştır.
Hun Türklerinin güçlü olduğu dönemlerde at ve silahın yanı sıra güzel Çinli prensesler kağanlara hediye edilmiştir.
Böylece Hun saldırılarından kurtulan Çinliler, güç dengeleri değiştiğinde komşularına acımasızca saldırmışlardır.
Çin sarayının güzel prensesleri ve cariyelerinin Hun kağanlarına gönderilmesi, dünya tarihinin en eski diplomatik evlilik örnekleri arasında gösterilir.
Daha sonraki dönemlerde Avrupa Hunları, Selçuklu ve Osmanlı Türkleri de komşu ülkelerin hanedan ailelerinin kızlarıyla siyasi evlilikler yapmışlardır.
Aslında bu tür hanedan evlilikleri sadece Türklerde değil, Ortadoğu ve Avrupa tarihinde de rastlanan bir durumdur.
Ancak Türkler, bu evlilikleri sadece diplomatik amaçlarla yapmamışlardır. Türk saraylarına gelen yabancı hükümdarların kızları, öteden beri Türk toplumunda düşmana üstünlük olarak algılanmıştır.
Nitekim Türk saraylarına gelen soylu yabancı gelinlere çok rastlarız. Ancak Türk hükümdarların kendi kızlarını yabancı hanedanlara gelin gönderdiği pek görülmez.
Çin sarayından Hun kağanlarına ve şehzadelerine gelin gönderilen prenseslerden bazılarını hatırlatalım.
İlk Hun kağanı olan Teoman’ın birinci eşi Ay Kağan isimli bir Türk soylusu iken ikinci eşi Yen Şi isimli bir Çin Prensesidir.
Türk tarihinin en büyük hükümdarlarından birisi kabul edilen Mete’nin annesi, Teoman’ın Türk kökenli eşindendir.
Çinli prenses, kendi oğlunu kağan yapmak için çok çaba göstermiştir.
Bu nedenle Teoman ile oğlu Mete’nin arası açılmış ve bu kavganın sonunda Mete, babasını öldürerek kağan olmuştur.
Ancak Çinli prenseslerin Hun Kağanlarıyla evlenmesi, Mete Kağan döneminde kurumsallaşmaya başlamıştır.
İki ülke arasındaki bir dizi savaşın ardından Milattan Önce 198’de Hun ordusu tarafından kuşatılan Çin İmparatoru Kao Zu, ilginç biçimde Mete’nin eşine elçi göndererek kendisinden yardım ister.
Han ailesinin kutsal ruhlar tarafından korunduğunu ve öldürülmeleri halinde felaketlerin peşlerini bırakmayacağına dair safsatalar anlatır.
Barış için bedel ödemeye hazır olduklarını söyleyerek eşini ikna etmelerini rica eder.
Mete Kağan, bu durumu bir fırsata dönüştürür. Zaten savaşı kazansa bile çok kalabalık olan Çin ülkesini kontrol edemeyeceğini düşünmektedir.
Kuşatmayı kaldırır ve buna karşılık büyük miktarda yıllık vergi karşılığında bir barış anlaşması yapar.
Bu barış anlaşmasının koşullarından birisi, İmparatorun kızının kendisine gelin olarak gönderilmesiydi.
Ancak İmparatoriçe Li Yu’nun tek kızı vardı ve onu göndermek istemiyordu.
Bunun üzerine İmparatorun vezirlerinden biri şu fikri öne sürdü:
Hunlar, imparatorun prenseslerini tanıyorlar mı? Hayır! O halde, İmparatorun şanına uygun bir şekilde süslenecek herhangi bir kızı onlara göndersek ne olur?
İmparator, bu teklife sıcak baktı ve kendi büyük kızını değil, prenses ünvanı verilen saraydan bir başka kızı donatarak Hunlara gönderdi.
Her ne kadar Mete’ye söz verildiği gibi İmparatorun kızı eş olarak gönderilmese de sonraki yıllarda her iki tarafın hükümdarının her vefatında bir Çinli prensesin iyi niyet gösterisi olarak Hun Kağanlarına gelin olarak gönderilmesi bir gelenek haline geldi.
Hatta yıllık vergilerle beraber gönderilen hediyeler içinde Çin hanedan ailesi ile akraba kızların da gönderildiği zamanlar oldu.
Bunun kurumsallaşmasının da ilginç bir öyküsü vardır.
Çin İmparatoru Kao Zu’nun milattan önce 195’te ölümü üzerine yerine İmparatoriçe Li Yu hükmdar olur.
Mete Han, Çin sarayındaki kargaşayı fırsata çevirmek ister. İmparatoriçe Liyu’ya elçiler ile bir mektup gönderir. Üstünlüğünü kabul ettirmek için diplomatik nezaketi zorlayan bir teklif yapar.
Mektupta şöyle yazmaktadır:
Tek başına kalmış yalnız bir hükümdarım. Bataklığın ortasında doğdum, vahşi sığır ve atların dolaştığı düzlüklerde büyüdüm.
Birkaç kez sınıra kadar geldim, merkezi ülkeyi de gezmek istiyorum.
Siz majesteleri tek başınıza ve yalnız oturmaktasınız. Biz iki hükümdar da mutlu değiliz, zevk alabilecek hiçbir şey kalmadı.
Dolayısı ile bende olup sizde olmayanı vermek istiyorum
Görüldüğü gibi bu bir evlenme teklifinden fazlasıydı. Mete, Çin İmparatoriçesinden ülkesini ve tahtını istiyordu.
Li Yu çok öfkelenmişti. Mete ile sorun yaşamamak için kocası öldüğünde yüklü miktarda hediyelerle beraber yeni bir Çinli prensesi daha gelin olarak göndermişti. Ancak Mete, bu defa doğrudan İmparatoriçeyi eş olarak istiyordu.
Savaş ilan etmeyi düşünse de Çinli vezirler buna izin vermedi. Alttan alan bir mektupla elçilerini Mete’ye gönderdi.
Li Yu, mektupta şöyle diyordu:
Ülkemizi unutmayarak bir mektup gönderme lütfunda bulunmuşsunuz. Ülkem korku ve endişe içindedir. Günler geçtikçe kendi kendime düşünüyorum.
Yaşlandım, nefesim daralıyor, saçlarım ve dişlerim dökülüyor. Yürürken adımlarım düzensizleşti.
Lütfen kendinizi aşağılanmış hissetmeyiniz. Ülkemin bir suçu yoktur. Bunu böyle kabul ederek bizi affetmenizi rica ederim. Size bana ait iki takım atla çekilen iki imparatorluk arabasını hediye ediyorum. Onlara binerek ülkemi gezebilirsiniz.
Mete ne düşünmüştü bilinmez. Ancak İmparatoriçe 45 yaşlarındaydı. Mete Kağan ise en güçlü dönemlerini yaşıyordu ve İmparatoriçeden beş – on yaş kadar gençti.
Bu evlilik teklifinin Çin’deki kargaşadan yararlanmak amacıyla yapıldığını düşünebiliriz.
Mete’nin İmparatoriçe’den gelen olumsuz cevabı sorun etmediği görülüyor. Gönderdiği cevapta kötü bir niyet taşımadığını ifade ederek barışın devamını sağlıyor.
İmparatoriçe’nin küçük yaştaki oğlu öldüğünde fiilen iktidarı ele alması üzerine yine yüklü miktarda hediyeler gönderdiğini, saraydan genç bir soylu kızı da hediyeler arasında sunduğunu görüyoruz.
Böylece Çin ya da Hun hanedanındaki her iktidar değişikliğinde Çinlilerin hediyelerle birlikte bir soylu kızı gelin göndermesi bir gelenek haline geldi.
Milattan önce 174’te Mete’nin ölümü üzerine yerine oğlu Ki Ok geçti. Çinliler, yeni kağana da zengin hediyelerle beraber hemen bir prensesi eş olarak gönderdi. Böylece barışın devamını sağlamış oldu.
Ancak Kiok’un buna rağmen bazı yeni talepleri vardı.
Sınır boylarında pazarlar açılmasını ve gönderilen pirinç miktarının arttırılmasını istiyordu.
Bu yeni bir savaşa yol açtı.
Hunlar, Çin topraklarını yağmaladı. Sarayları yaktı.
Sonuçta Çinliler, yeni istekleri kabul etmek zorunda kaldılar ve imzalanan barış anlaşmasıyla beraber yeni bir Çinli prenses daha gönderdiler.
Milattan önce 160’ta Kiok öldü. Yerine geçen oğlu Kün Çin, anlaşmaya uygun olarak bir Çinli prensesle evlendi.
Buna rağmen vergilerin zamanında gönderilmemesi üzerine Kün Çin anlaşmayı bozdu.
Ancak savaş uzun sürmedi. Çin İmparatoru öldü ve yerine geçen oğlu anlaşmayı yeniledi.
Bu süreçte Hun ileri gelenlerinin de Çinlilerden çeşitli hediyeler aldıkları ve asil Çinli kızlarla evlendikleri görülür.
Bir nesil sonra Hun ülkesinde, damarlarında Çinli kanı taşıyan, Çince bilen ve Çin kültürüne ilgi duyan kimselerin etkin hale geldiği anlaşılıyor.
Bu durum, Çinlilerin giderek Hunlar üzerinde baskın hale gelmesine sebep oldu.
Bir müddet sonra hükümdar değişiminde Çinli prenseslerin gelin gönderilmesi geleneği sona erdi.
Bir Çin kaynağı, Hun kağanına gelin giden bir prensesin dramını şu şiirle ifade eder:
Yurdumdan ayrıldım, kara bağlarım,
Şimdi benim yurdum, Hunların çadırıdır.
Ocağım kül oldu, ona ağlarım.
Keşke hiç doğmasaydım..
Hunlar, yapağı eğirir, keçe giyerler.
Gözüme, gönlüme kötü gelirler.
Koyunun o kokmuş etini yerler.
Bakır bardakta sundukları sütü içemem.
Her gece sürekli davul döverler.
Güneş doğuncaya kadar dönerek eğlenirler.
Bozkırda rüzgarın sesi gökler gibi gürler.
Yollar toza dumana boğulur.
Akın Üner tarafından hazırlanmıştır.