Bugünkü Türkiye gazetelerinde göğüs ağrısı şikâyeti ile gelen 37 yaşındaki bir hastaya hastanenin acil servisinde beklemesi istenmiş ve hasta sırasını beklerken yere yığılıp hayatını kaybetmiş. Ben bu konulara aşırı duyarlı olduğum için derhal yazmak ihtiyacını hissettim.
Kocasını hastaneye getiren hanımı Ayşe Şirin “Eşimin kalp krizi geçirdiğini söylediğim görevliler bizi önemsemeyerek herkes gibi bekleyin dediler. Kimse ilgilenmeyince tek çaremiz beklemek diyerek beklemeye başladık. Eşim bu sırada yere yığıldı, yüzüstü bir şekilde güvenlikler sedyeye koydu."
Evet, Ayşe Şirin, eşini kaybetti. Ama bu kayıp sadece bir insanın kalbinin durmasıyla sınırlı değildi; bu, insanlığın vicdanının sustuğu bir andı. Her şey, Gaziantep Şehir Hastanesi’nin acil servisinde başladı ve aciliyetle bitmesi gereken bir süreç, ilgisizlikle dolu bir bekleyişe dönüştü. Kalp krizi şüphesiyle hastaneye başvuran bir insan, modern tıbbın temel ilkelerinden olan "önce hayat kurtar" düsturunun ihmal edilmesiyle hayattan koparıldı.
Ayşe Şirin, eşinin göğüs ağrısını ve kol uyuşmasını fark eder etmez harekete geçti. O dakikalar, bir insanın yaşamında en kritik anlardı. Ancak, hastanenin acil servisine vardıklarında karşılaştıkları tablo, acil tıp hizmetinden ziyade bir trajediyi andırıyordu. Görevliler, genç bir adamın yaşam savaşı verdiğini görmezden geldi. “Bekleyin,” dediler, “herkes gibi.” Ama o bekleyiş, bir ölüm fermanının imzası gibiydi.
İnsaniyetin Yoksunluğu: Bir Kalbin Atışını Duymazdan Gelmek
37 yaşındaki bir baba, eşinin gözü önünde yere yığıldığında, hastane görevlilerinin sergilediği duyarsızlık zirveye ulaştı. O an, sadece bir beden yere düşmedi; sistemin insana verdiği değerin yerle bir olduğu da gözler önüne serildi. Ayşe Şirin, eşinin yere yığılmasından sonra yaşananları anlatırken gözyaşlarıyla şunları dile getiriyor:
"Eşim sedyeye yüzüstü kondu. O an hiçbir doktor ona yaklaşmadı, müdahale etmedi. Dakikalar geçti, ama kimse yaşam belirtisi olup olmadığını bile kontrol etme zahmetine girmedi. O çaresizlikle sadece bekleyebildik."
Bu bekleyiş, sadece fiziksel bir ölümün değil, insanlığın da ölümüydü.
Tıbbi Hata mı, Sistematik İhmal mi?
Ayşe Şirin’in ifadesine göre, eşine daha sonra kalp krizine müdahale için uygun olmayan bir ilaç, diyazem, enjekte edildi. Kalp krizinin gerektirdiği doğru müdahalelerin yapılmaması bir yana, yanlış bir ilacın kullanımı, hayata dönüş ihtimalini tamamen ortadan kaldırdı. Bu noktada şu sorular akla geliyor:
• Neden acil müdahale gerekliliği göz ardı edildi?
• Neden EKG gibi temel bir inceleme dahi yapılmadı?
• Yanlış ilaç uygulaması varsa bu nasıl açıklanabilir?
Bu soruların cevapları, sadece Ayşe Şirin’in değil, bu tür bir ihmalle karşılaşabilecek herkesin hakkı olan bir gerçeği ortaya çıkarabilir.
Bir İnsan Hayatı: Beklenebilir mi?
Sağlık sistemi, bir insanın yaşamına dakikalarla yarışarak müdahale etmesi gereken bir alandır. Ancak burada, bir insanın hayatı beklemeye alındı. Bu bekleyiş, bir aileyi derinden yaraladı, iki çocuğu babasız bıraktı. En acısı ise, tüm bunların önlenebilir olduğunun açıkça ortada olmasıdır.
Ayşe Şirin’in hikayesi, bir hastane kapısında umudunu yitirenlerin, sistemin ağırlığı altında ezilenlerin, bir annenin ve eşin haykırışıdır. Bu hikâye, sessiz kalınamayacak kadar büyük bir kaybın hikayesidir. Şimdi, yetkililerin sessizliklerini bozma zamanı. Adalet, sadece bir mahkeme kararında değil, sağlık sistemindeki her bireyin vicdanında başlamalıdır.
Adalet ve Vicdan İçin Mücadele
Ayşe Şirin ve ailesi, bu olayın hesabını sormak için yalnız bırakılmamalıdır. Toplum olarak, insan hayatına verilen değerin yükseltilmesi için toplum olarak sesimizi duyurmalıyız. Çünkü hiçbir insan, sadece "beklerken" ölmemeli. Ve hiçbir aile, böyle bir acıyla sınanmamalı.
Unutulmamalıdır ki, insanlık, kaybedilen her hayatla biraz daha azalır. Ancak bu kayıplar, adaletle ve değişimle bir anlam bulabilir.