Merve Safa’nın bu yorumu, sosyal medyada geniş bir tartışma başlatmıştır ve bu tartışma hem dini hem de toplumsal açıdan incelenmeye değer bir konudur. Konuyu değerlendirirken hem teolojik hem de etik boyutları ele almak faydalı olacaktır.
Birçok din, hayatın zorluklarını ve nimetlerini Tanrı’nın bir sınavı veya imtihanı olarak görür. İslam’da da bu düşünceye sıkça rastlanır. Kur’an-ı Kerim’de, insanların hem bollukla hem de sıkıntıyla sınanacağına dair birçok ayet bulunmaktadır. Örneğin: Bakara Suresi 155. Ayet: “Ant olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile deneriz. Sabredenleri müjdele.”
Bu ayet, sıkıntının insan hayatında kaçınılmaz bir unsur olduğunu ve sabretmenin önemli bir erdem olduğunu ifade eder. Dolayısıyla, dini açıdan Merve Safa’nın yorumu, İslam inancında genel kabul gören bir anlayışa dayanıyor gibi görünmektedir.
Ancak, bu tür bir dini yaklaşımı dile getirirken, toplumsal etkilerini göz önünde bulundurmak da önemlidir. “İnsanlar aç değil” gibi ifadeler, empati ve toplumsal sorumluluk hissini zayıflatabilir ve sıkıntı çekenlerin yaşadığı gerçek zorlukları göz ardı etmek gibi algılanabilir.
Modern dünyada, dinin bireyler üzerindeki manevi boyutunu tartışmak kadar, toplumların sosyoekonomik sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini de konuşmak gerekir. İslam’da devlet ve zengin bireyler, ihtiyaç sahiplerine yardım etmekle yükümlüdür. Zekât, sadaka ve infak gibi kavramlar, ekonomik adaletin sağlanması için birer araçtır. Bu bağlamda, şu hususlar önem taşır:
• İslam, sadece sabrı değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da vurgular.
• Açlık ve yoksullukla mücadele etmek hem bireysel hem de kurumsal bir sorumluluktur.
Merve Safa’nın yorumu teolojik bir gerçekliğe dayanıyor olsa da bu tür ifadelerin kamuoyunda nasıl algılanacağı da önemlidir. Toplumun bir kesimi açlıkla mücadele ederken, bu tür söylemler aşağıdaki şekilde algılanabilir:
• Hassasiyet Eksikliği: Açlık çeken bireylerin durumunun küçümsendiği ya da görmezden gelindiği hissi uyandırabilir.
• Çözüm Üretme Yetersizliği: Dini söylemler, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm arayışını engelleyebilir gibi bir izlenim yaratabilir.
Dini açıdan bakıldığında, zorlukların bir sınav olarak değerlendirilmesi hemen hemen bütün dinlerde olduğu gibi İslam’ın temel prensiplerinden biridir. Ancak bu anlayış, toplumsal sorunlara karşı kayıtsız kalmayı meşrulaştırmaz. İslam hem bireysel sabrı hem de toplumsal dayanışmayı eşit derecede önemser. Bu tür tartışmalarda, dini referansları ifade ederken, aynı zamanda toplumsal hassasiyetleri de göz önünde bulundurmak önemlidir.
İnsanların açlık çektiği gerçeğini tamamen reddetmek yerine, bu durumun ilahi bir hikmet ve sınav çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği ifade edilebilir. İslam inancına göre, Allah her bir kulunu farklı şekillerde imtihan eder. Bazı insanlara varlık vererek onların şükürlerini ve paylaşma erdemlerini sınar; diğerlerini ise darlık ve zorlukla imtihan ederek sabırlarını ve tevekküllerini ölçer. Bu, Allah’ın adaletinden ziyade hikmetinin bir tezahürüdür.
Bu anlayış, dünyada var olan zorlukların yalnızca maddi sebeplere indirgenemeyeceğini ve bunların manevi bir boyutunun da bulunduğunu vurgular. Ancak, bu durum bizleri sorumluluktan azat etmez; aksine, imkânı olanlara, darlıkla imtihan edilenlere yardım eli uzatma yükümlülüğünü hatırlatır. Bu yaklaşım hem sosyal adaleti hem de insanlık onurunu gözeten bir dengeyi ifade eder.
Tartışmaların çözümü, empati, iletişim dili ve toplumsal sorumluluk bilincinin artırılmasında yatmaktadır. Hem dini hem de sosyal perspektifler bir arada ele alınarak daha dengeli bir yaklaşım benimsenebilir.
Emin Erman