Gazap Üzümleri; Umudun Çorak Toprağında Filizlenen İnsanlık, Bir Kitap Özeti

Gazap Üzümleri Oklahoma'da yaşayan bir grup ortakçı çiftçi olan Joad ailesinin kurgusal hikâyesini anlatan bir kurgu eseridir. Ana karakterler ve yolculukları kurgusal olsa da John Steinbeck'in romanı gerçek tarihi olaylara dayanıyor ve o dönemde göçmen çiftçi ailelerinin yaşadığı mücadeleleri, zorlukları ve sosyal sorunları doğru bir şekilde tasvir ediyor.

John Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanı, yalnızca bir ailenin yoksullukla mücadelesini değil, bütün bir insanlığın açlık, umut ve direniş hikâyesini anlatır. 1930’lu yılların Amerika’sı… Büyük buhran’ ın acı rüzgârı, tarlalardan sofralara kadar her şeyi kurutmuştur. Toprak artık verimsiz, umutlar solgundur. İşte o çorak toprakların ortasında, Oklahoma’lı Joad ailesi, yaşamın acımasız rüzgârına karşı dimdik durmaya çalışan sade insanlardır.

Bankalar, borçlarını ödeyemeyen köylülerin topraklarını ellerinden alır. Evi, tarlası, geçmişi bir anda yok olan Joad’lar, tıpkı binlerce aile gibi “altın diyarı” California’ya göç etmeye karar verirler. Gözlerinde umut, yüreklerinde korku vardır. Bir kamyon dolusu insan, geçmişini geride bırakıp geleceğe doğru yola çıkar. Ama bu yol, bir umut yolculuğu kadar bir çile yolculuğudur da…

Yolda yaşanan ölümler, hastalıklar, açlık ve yoksulluk, Joad ailesinin her bir ferdini ayrı ayrı sınar. Fakat tüm bu acılar içinde en büyük sınav, insan kalabilmektir. Steinbeck, satır aralarında bize sürekli bunu hatırlatır: Aç kalmak değil, vicdanını kaybetmek en büyük yoksulluktur.

Ailenin oğlu Tom Joad, romanın merkezinde bir bilinç dönüşümünü simgeler.  Hapisten çıkan bir mahkûm olarak ailesine katılır ve göç yolculuğunda onlara liderlik eder, zorluklar karşısında aileyi bir arada tutmaya çalışır. Başlangıçta yalnızca ailesini korumak isteyen sıradan bir adamken, yolculuk boyunca toplumsal bir bilince erişir. Görür ki, sefalet yalnız onların değil, binlerce göçmen ailenin ortak kaderidir. Tom’ un içindeki öfke, kişisel bir isyandan çıkar, insanlığın ortak direnişine dönüşür. Steinbeck’in diliyle:

“Bir tek ben değilim, nereye baksam biz varız artık…”

Bu karanlık hikâyede anne Joad ise romanın sessiz gücüdür. Kadın, burada sadece bir anne değil, aileyi ayakta tutan bir çınardır. Erkekler umutsuzluğa kapıldığında, o sabırla, sükûnetle, inatla yaşama sarılır. Çünkü bilir ki, insan umudunu yitirdiği an, zaten kaybetmiştir.

Steinbeck, bu romanında yalnızca yoksulluğu anlatmaz; aynı zamanda adaletsizliğe karşı sessiz kalmamanın ahlaki sorumluluğunu da hatırlatır. Gazap Üzümleri, açlığın ve sefaletin içinde bile onurunu koruyabilen insanın romanıdır. Bize şunu söyler: Yoksulluğun pençesinde bile, vicdanını yitirmemiş bir yürek hâlâ insanlığın en büyük zaferidir.

Bugün, aradan neredeyse bir asır geçmiş olsa da Gazap Üzümleri hâlâ günceldir. Çünkü dünyanın birçok yerinde hâlâ insanlar aç, hâlâ topraksız, hâlâ umutsuz… Ama Steinbeck’in satırlarında yankılanan o ses, hâlâ diridir:

“Bir gün, insanın insana ettiği zulüm bitecek. Ve o zaman gazap üzümleri, adaletin şarabına dönüşecek…”

John Steinbeck, bu romanıyla 1939'da Pulitzer Ödülü'nü kazanmıştır.

Bu romanı her okuyuşumda, kendimi Joad ailesinin o yorgun kamyonunun içinde hissederim. Çünkü bizim ailemiz de bir zamanlar “Ağlama Asan Ağlama” kitabım ‘dada özetlediğim gibi, benzer bir yolculuğa çıkmıştı.

Yıl 1924’tü… Babam henüz 14 yaşındaydı. Annesi ve iki kız kardeşiyle birlikte Kavala Limanı’ndan Gülcemal gemisine binip Türkiye’ye gönderildi. Yağmur yağıyordu. Güvertede gözyaşlarıyla “Bir gün geri döneriz” diye fısıldamışlardı. Ama dönemediler.

O gün geride bıraktıkları yalnızca toprak değildi — bir kimlik, bir hayat, bir geçmişti.

Tıpkı Joad’lar gibi onlar da yersiz, yurtsuz kalmış; belki de hayatta kalmanın bedelini “unutmakla” ödemişlerdi.

Bu yüzden ben Gazap Üzümleri ’ni her okuduğumda bir roman değil, kendi ailemin yankısını duyarım.

O gemideki her gözyaşı, her veda, bana Steinbeck’in satırlarını hatırlatır: “İnsan nereye giderse gitsin, asıl vatanını kalbinde taşır”.

Ve kim bilir — belki de gerçek mucize, insanın en çaresiz anında bile yeniden yeşerebilme kudretidir.

Ve belki de asıl gerçek şu:

Her mübadil, her göçmen, her yerinden edilmiş insan, kendi gazap üzümlerini taşır;

acıdan değil, köklerinden koparılmanın sessiz gazabından.

Ama o gazap, bir gün adaletin, barışın ve insanlığın şarabına dönüşecektir.