Ateşin Küllerinden Doğan Sessiz Bir Umut: Gazze

İki yıl…

İki uzun yıl boyunca akan kan, yıkılan evler, gökyüzünü saran duman ve acıya doymuş bir coğrafya...

Gazze, dünyanın vicdanını sınayan bir yara gibiydi. Her patlamada yankılanan çocuk çığlıkları, her sessizlikte duyulan bir annenin iç çekişi… Artık hiçbir kelime, o acının ağırlığını taşıyamıyordu. Ve şimdi, sonunda “ateşkes” kelimesi yeniden yankılanıyor bu yorgun topraklarda.

Ama ne yazık ki bu kelime, yüreklerde tam bir sevinç değil; daha çok bir “dinlenme arası” gibi duyuluyor. Çünkü bu topraklarda ateşkesler, genellikle yeni fırtınaların sessiz habercisidir.

Yine de bu defa farklı bir umut var havada. Çünkü bu kez masanın etrafında yalnızca süper güçler değil, insanlığın onurunu temsil etmeye çalışan başka aktörler de vardı. Türkiye gibi…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Bizim de aktif olarak katkı verdiğimiz anlaşmadan dolayı memnuniyet duyuyorum” sözleri, sadece bir diplomatik açıklama değil, uzun süredir sessiz diplomasiyle yürütülen bir çabanın da itirafıydı.

Zira Türkiye, Gazze konusunda yıllardır sadece politik bir taraf değil, aynı zamanda insani bir ses oldu. Yardım tırlarıyla, diplomatik girişimlerle, Birleşmiş Milletler kürsüsündeki çıkışlarıyla hep aynı şeyi söyledi: “Bu dünya, bu zulmü hak etmiyor.”

Elbette perde arkasında birçok etken var. ABD’nin, özellikle Donald Trump’ın yeniden sahneye çıkmaya hazırlandığı bir dönemde, Orta Doğu’daki ateşin sönmesi yönünde baskı kurduğu konuşuluyor. Amerikan seçimlerine giden yolda, barış mesajlarının stratejik değeri malum.

Ancak bu kez mesele sadece Washington’un çıkar hesaplarıyla açıklanamayacak kadar derin.

Ateşkes masasında, Türkiye’nin yanı sıra Katar, Mısır ve hatta Avrupa’dan bazı ülkelerin sessiz ama etkili katkıları oldu. Çünkü artık herkes biliyor: Gazze’deki her yeni patlama, sadece Filistinlileri değil, bölgedeki tüm dengeleri sarsıyor.

Savaşın artık kimseye kazanç getirmediği bir çağdayız. Her füze, aslında insanlığın bir parçasını yok ediyor.

Ama tüm bunların ötesinde, bu ateşkesin ardında bir başka güç daha var — yorgun ama pes etmeyen insan vicdanı.

Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan, artık bu görüntülere dayanamadı. Küçük çocukların cesetleriyle uyanan sabahlara, yıkılmış hastanelere, açlıktan ölmek üzere olan bebeklere…

Sosyal medyada, meydanlarda, kalemlerin satır aralarında yükselen o ortak çığlık belki de diplomasiden daha güçlü bir baskı yarattı.

Gazze bugün sessiz.

Ama bu sessizliğin altında hem umut hem korku var.

Umut; çünkü belki ilk defa, savaşın anlamsızlığı herkesin gözleri önüne bu kadar çıplak biçimde serildi.

Korku; çünkü geçmişte defalarca olduğu gibi, bu ateşkesin kalıcılığı hâlâ pamuk ipliğine bağlı.

Yine de…

Her ateşkes, her nefes molası, her çocuk gülümsemesi bir mucizeye kapı aralar.

Eğer bu kez barış, sadece imzalarla değil, kalplerle de yazılırsa, belki Gazze’nin çocukları bir gün gökyüzüne korkarak değil, umutla bakabilirler.

Ve işte o gün, bu ateşkes bir diplomatik başarıdan çok daha fazlası olur.

İnsanlığın yeniden dirilişinin ilk işareti olur.

Barış, sadece devletlerin diplomasi masasında alınan bir karar değildir.

Barış, bir annenin çocuğunu korkusuzca okula gönderebilme umududur.

Bir babanın, akşam evine dönerken gökyüzüne bakıp dua etmeden yürüyebilmesidir.

Bir çocuğun, siren sesleri değil, deniz dalgalarıyla uyuyabilmesidir.

Unutmayalım ki, barış yalnızca liderlerin imzasıyla değil, halkların kalbiyle yaşar.

Ve o kalpler susmadıkça, umut asla ölmez.

Belki bugün Gazze’de atılan bu küçük adım, yarının büyük insanlık yürüyüşünün başlangıcı olur.

Çünkü gerçek barış, cesaret ister — ve o cesaret, hâlâ içimizde bir yerlerde yaşıyor.