Aşağıdaki yazımızda bu iki ülkenin neden kolay bir şekilde anlaşamayacağını ve de buna sebep olan geçmişte yapılan hataları tartışmaya çalışacağız. Son olarakta bu tartışmaların ışığında barış için nasıl bir stratejinin yürütülmesi gerektiğini özetleyeceğiz.
Geçmişte yapılan hataları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Biden’dan sonra Başkan Trump’ın Zelensky’e karşı tutumu ve Putin ile yapılan barış görüşmelerinden onu dışlaması bir hataydı. Bu durum, Putin’e Trump’ın Rusya’yı koşulsuz desteklediği izlenimini verdi. Tabiki bu algı, Rusya’yı cesaretlendirdi ve gerçekçi barış görüşmelerinden uzaklaştırdı. Eğer Trump, Zelensky’i daha açık şekilde destekleyip Ukrayna’ya daha fazla silah yardımı yapsaydı, Rusya bu savaşı sürdürmekte daha dikkatli olabilir ve masaya daha az umutla otururdu.
Bir önceki Trump döneminde:
Ukrayna’ya Askerî Yardım: Her ne kadar 2019’da askeri yardımı geçici olarak durdurması ve bu olayın azil sürecine yol açması ciddi tartışmalara yol açsa da Trump yönetimi Ukrayna’ya Javalın tanksavar füzeleri gibi ölümcül silahlar sağlamıştı. Bu, daha evvelki Obama yönetiminin vermediği bir destekti.
Ancak Trump’ın Putin’e karşı genel tutumu oldukça yumuşaktı. 2018 Helsinki Zirvesi’nde ABD istihbarat kurumlarını açıkça sorgulaması ve Putin’in yanında yer alması, Rusya’ya yönelik net bir duruş sergileyemediğinin göstergesiydi.
Dönemler arasındaki bu çelişkili tavır, uluslararası arenada “ABD’nin kararsız olduğu” algısını doğurdu.
Trump’ın Zelensky’i yeterince desteklememesi ve Putin’le açık bir duruş sergilememesi, Rusya’nın cesaretlenmesine ve daha saldırgan bir tutum izlemesine neden oldu.
Unutmamak gerekirki büyük güçlerin çelişkili mesajları, otoriter liderler tarafından genellikle zayıflık ya da ilgisizlik olarak algılanır. Putin’in stratejik hesaplamalarında bu tür algıların çok büyük etkisi olduğu gerçek.
Trump (a) Ukrayna’yı daha açık destekleyerek caydırıcılığı artırabilirdi, (b) Putin ile daha net ve kararlı bir şekilde müzakere ederek, yaptırımların kalkmasını Ukrayna’daki atılacak stratejik adımlara bağlayabilirdi, (c) Zelensky’i görüşmelere dahil ederek, Ukrayna’nın kendi kaderini belirlemede pasif değil, aktif bir aktör olduğunu gösterebilirdi.
Bunların yerine, Trump döneminde belirsiz ve çelişkili bir dış politika izlendi. Bu da Putin’in “Batı bölünmüş durumda” şeklinde düşünmesine ve saldırganlığını artırmasına zemin hazırladı.
Burada soru tabiki şu: Bu Savaş Nasıl Yönetilmeli? Otoritelerin kısa, orta ve uzun vadede bu savaşın nasıl yönetileceğine dair ortak görüşleri aşağıdaki gibi özetlene bilinir:
Kısa Vadede: Ukrayna’ya askeri destek sürmeli, çünkü masaya güçlü oturmaları gerekiyor. Diplomatik temaslar artırılmalı, özellikle tarafsız ülkeler (örneğin Türkiye, İsviçre, Brezilya) arabuluculuk rolü oynayabilir.
Orta Vadede: Rusya’ya bir çıkış yolu sunulmalı, ama bu yol utandırıcı değil; aşamalı yaptırım kaldırılması gibi denetlenebilir adımlara bağlanmalı. Ukrayna müzakere masasında güçlendirilmeli, Batı tarafından yönetilen değil, desteklenen bir aktör olarak yer almalı.
Uzun Vadede: Avrupa güvenlik mimarisi yeniden inşa edilmeli. NATO dışı ülkeler için (Ukrayna gibi) daha sağlam güvenlik garantileri düşünülmeli. Hibrit savaşlara (siber saldırı, propaganda, enerji tehditleri) karşı daha sağlam Batı önlemleri alınmalı.
Evet, Trump’ın Zelensky’i zayıf gösteren ve Rusya’ya mesafeli olmayan tutumu, Putin’in cesaretlenmesine katkıda bulunmuş olabilir.
Eğer ABD daha net ve sert bir tutum sergileseydi, Rusya bu kadar ileri gitmeyebilirdi.
Ancak artık odak, net mesajlar vermek, müttefiklerle birlikte hareket etmek ve hem askeri hem diplomatik yollarla sürdürülebilir bir barışı sağlamak olmalı. Bu barış, Ukrayna’nın egemenliğini korurken Rusya’nın gelecekte benzer adımlar atmasını da caydırmalıdır.
Emin Erman, 16 Mayıs 2025.