Aslında birbirinin devamı olan bu üç din, özünde iyilik, merhamet, ahlak, adalet gibi değerler üzerine yükselir.
Ancak bu kavramların siyaset dünyasında geçerlilikleri sınırlıdır.
Tarih boyunca insanların inançlarını sömürerek siyaset yapan güçler, bu değerleri öne çıkartmak yerine şekilci bir ibadet ve efsanelerle insanların Tanrıya inanma ihtiyaçlarını doyurmalarını istemiştir.
Çünkü ahlak, adalet, eşitlik gibi değerler toplumda karşılık buldukça ülkeleri yöneten siyasetçiler istedikleri gibi at oynatamazlar.
Ancak teknoloji geliştikçe insanlar, bilgiye daha kolay ulaşıyor.
Yapay zekanın hayatın bir parçası olduğu bu çağda insanların Tanrıya ulaşma arayışlarını efsanelerle tatmin edemezsiniz.
Günümüzde Hıristiyanlık batı mitolojisi, İslamiyet Arap mitolojisi ve Musevilik Yahudi Mitolojisi ile harmanlanıp kendi mensuplarına servis ediliyor.
Bunlar çağımızın insanlarına inandırıcı gelmiyor.
Akıl yürütme yoluyla tek yaratıcının varlığı sonucuna ulaşan insanoğlu, Tanrı’ya giden mübarek yolun ahlak, adalet, sevgi ve merhamet gibi değerlerden geçtiğini görmek istiyor.
Hem bu dünyada huzur ve mutluluk içinde yaşayabilmek, hem de öldükten sonra cennete gidip sonsuz mutluluğa erişmek için iyilik ışığının yolunu aydınlatmasını bekliyor.
Aslında Allah’ın insanlara gönderdiği kutsal kitaplarda tarif edilenler bu beklentileri karşılıyor.
Ancak Hıristiyanlığı, İslamiyeti ve Museviliği kendi çıkarlarına alet eden güçler, bu beklentiler yerine şekilcilikle ve efsanelerle insanları kandırmaya çalışıyor.
Sonra kendi keselerini doldurmaya ve insanları sömürmeye devam ediyor.
Ancak teknoloji devrimi dünyayı değiştirdikçe Tanrıya ulaşma çabasındaki insanların kendine yeni yollar aramasına neden oluyor.
Hangi dine mensup olursa olsun birçok insan, tek bir yaratıcının olduğuna inanmakla birlikte geleneksel din algısından uzaklaşıyor.
Deizm denen bu duygu, bana sorarsanız tehlikeli ve yanlış bir yol.
Kuralsızlık ve bir bütünlüğü olmayan inanışlar insanoğlunu ruhsal karmaşaya ve sosyal kargaşa sokabilir.
Tanrıya ulaşmak için kendilerine çıkar yollar arayanların bir kısmı, Tengricilik diye bir kavram uydurdular.
Sorulduğunda bunun atalarının inanışlarına dönüş olduğunu söylüyorlar.
Oysa biz Türkler hiçbir zaman Tengrici olmadık.
Daha önce söylediğim gibi, Türklerin hiçbir zaman Şamanizm diye bir dinleri olmadı.
Bizim atalarımız, Göktengri denen bir yaratıcıya inanıyordu. Evreni yaratan ve düzenini kuran bu tek Tanrının özel görevler verdiği kutsal varlıklar bulunuyordu. Evrenin düzenini koruyan Bayülgen, kötülükleri yayarak insanları sınavdan geçiren Erlik Han, insanları doğa sevgisi ve iyiliklerle harmanlayan Umay Ana gibi kutsal varlıklar Göktengri’nin kurduğu sistemin bir parçasıydı.
İnsanlar, bakşı veya kam adı verilen bilge kimseler sayesinde görümedikleri ama varlıklarını hissettikleri bu güçlerle iletişim kuruyorlardı.
Göktengri inanışı, adalet, sevgi, eşitlik, doğa ve Tanrı sevgisi gibi değerler üzerine yükseliyordu.
Günümüzde geçerli olan üç büyük dinle tek farkı kutsal kitabının olmamasıydı.
Büyük bir olasılıkla Türk kanı taşıyan bir peygamber tarafından öğretilen, temel değerler bakımından yaygın dinler ile çok benzeyen bir inanıştı.
Yani bugünlerde üç büyük dine inanmadığı halde evrenin tek Yaratıcı tarafından kurulduğunu kabul eden kimselerin hayal ettiği gibi değildi.
Tengricilik diye servis edilen, ne olduğu belirsiz, kuralsız, uydurulmuş bir şeyi Türklerin eski inanışı diye servis etmek, Türk kültürüne ve mitolojisine haksızlıktır.
Türklerin geleneksel dini, Göktengri inanışıdır, bir bütünlüğü ve sistematiği vardır.
Günümüzde geçerli olmayabilir.
Ancak felsefesi yaşatılmalıdır.
Tıpkı Hindistan ve Uzakdoğu inanışları gibi bir kültür olarak korunmalıdır.